5 Nisan 2010 Pazartesi

Gallateria ve Kamondo Han




“Dünyanın evi” anlamına gelen Ca’mondo adını taşıyan İspanya kökenli Yahudi aile Camondoların zamanın Konstantiniye’sindeki sayısız gayrimenkullerinden biri olan Kamondo Han, 1861–1868 yılları arasındaki bir tarihte Neo-klasik üslupta inşa edilmiştir. İspanya’dan kaçarak Venedik’e yerleşen, oradan da Osmanlı’ya, o dönemki adıyla Konstantiniye’ye gelen Camondo ailesi, 19. yüzyılın başında kurdukları bankanın hızlı yükselişi neticesinde büyük bir servete sahip olmuştur. Ailenin o dönemdeki lideri Abraham Salomon Camondo, Yahudi cemaatinin de başına geçmiş ve hayırseverliği ile büyük servetinden dolayı “Doğu’nun Rotschild’i” unvanıyla anılmaya başlanmıştır. Camondolar İstanbul’da ve özellikle o dönemde Şark içindeki Batı olarak tanımlanan Galata’da birçok gayrimenkulün de sahibi olarak Galata’nın çehresinin değişmesinde önemli bir rol oynamışlardır. Gayrimenkul yatırımlarının yanında, 6. Daire ve Şirket-i Hayriye’deki finansal yatırımları ile aile İstanbul’un ilk modern kentleşme deneyimlerinde de büyük bir katkı sahibidir. Nazi soykırımı sonrasında bugün maalesef tek bir ferdi dahi kalmayan ailenin adı, günümüz İstanbul’unda ne yazık ki yalnızca yine Galata’da Bankalar Caddesi’nde bulunan Kamondo Merdivenleri ile ve şu anda içinde bulunduğunuz Kamondo Han ile anılmaktadır.

Kamondo Han, inşa edilişinden imalathanelerin eline düştüğü 1970’li yıllara kadar geçirdiği şaşalı yılları boyunca birçok kişiye ev ve işyeri olarak hizmet etmiş ve onlarca hikayeyi duvarlarında biriktirmiştir. Osmanlı’da yayımlanan ilk İngilizce gazetenin bürosundan Osmanlı’nın son sultanlarının doktorlarına, dönemin önemli avukatlarından Çin’deki Mao iktidarından kaçarak buraya yerleşmiş olanlara kadar pek çok kişinin yaşam öyküsü bu binanın etrafında dolaşmıştır. Kamondo Han, farklı din ve etnik kökene sahip insanların bir arada bulunduğu bir çatı olmuş, günümüzde özlemle anılan hoşgörü kültürü, bu binada her zaman hakim olmuştur. Binanın hem Türkiye’nin aydınlanma hareketi açısından, hem de bizim açımızdan en önemli sakini ise 1940 ila 1942 yılları arasında Kamondo Han’ın teras katındaki 15 numaralı çatı dairesindeki atölyede çalışmalarını sürdürmüş olan çağdaş Türk resminin öncülerinden ressam Abidin Dino’dur.

Ressamlığının yanında çok yönlü bir kültür adamı olan ve dönemin anti-faşist hareketinin ön safhalarında da yer alan Abidin Dino, Kamondo Han’da bulunan atölyesinde kendi çalışmalarını icra etmenin yanı sıra burayı aynı zamanda da onun oluşturduğu Yeniler Grubu’nun buluşma noktası haline getirmişti. Özellikle yazın dünyasının önde gelen isimleri burada buluşuyor, çeşitli konularda fikir alışverişinde bulunuyorlardı. Ahmet Hamdi Tanpınar, Mina Urgan, Asaf Halet Çelebi, Sait Faik Abasıyanık, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Arif Kaptan, Fikret Adil, Yusuf Ahiskalı, Orhan Veli, Melih Cevdet, Cahit Irgat, İlhan Berk gibi dönemin ünlü sanatçıları Abidin Dino’nun buradaki karargahına sık sık uğrayan kişilerdi. Yeniler Grubu’nun İstanbul Limanı’nda yaptığı gözlemler, bu karargahta tuvallere aktarıldı ve bu tuvaller dönemin en çok ses getiren sanat etkinliklerinden biri olan 1941 yılındaki Liman Sergisi’nde görücüye çıktı. Bir liman işçisi tarafından açılan sergi, o dönemde çok yankı uyandırdı ve sol dergilerdeki yazılarıyla da dikkat çeken Abidin Dino, Kamondo Han’daki atölyesinden sürgüne gönderildi. Abidin Dino’yla birlikte, Kamondo Han’ın etrafındaki aydınlık hare de yavaş yavaş sönmeye başladı.

1970’li yıllarda ellerine düştüğü imalathaneler tarafından çürütülen Han, 1995 senesinde yıkım perdesi ile çevrelendiğinde, bu yaşanmışlığı yok etmeme bilinçliliğini gösteren birkaç güzel insan tarafından tekrardan gündeme taşındı. Yıkım perdesi üzerine açılan “Kamondo Han Tarafımdan Korumaya Alınmıştır, İstanbul” isimli sergi, basının da ilgisini çekince, Bina Koruma Kurulu’nun kararıyla yıkımdan son anda kurtuldu. Beyoglu A.S. tarafından restore edilen Han’ın ikinci baharındaki ilk dükkanı olan Gallateria Sanat Galerisi, Galata Kulesi’nin müzeye kaldırılmış çanının Galata için eksilmiş sesini bu sefer çağdaş sanat biçiminde bölgeye tekrardan armağan ediyor.

can-bic


KAYNAKÇA : Kamondo Han, TUGAY Emine Çiğdem, TUGAY Mehmet Selim. İstanbul, 2007
ŞERİ Nora, Camondolar: Bir Hanedanın Çöküşü, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005



29 Mart 2010 Pazartesi

emre namyeter - sakil seks


İlk olarak sadece grafiksel görünümünden etkilenmiştim üstteki fotoğrafta görünen Emre Namyater fotoğraf-boyamasının. Çarpıcı ve sıcak kırmızı, yeşil ve sarı renkler, kırmızı kıyafetiyle etkileyici bir kadın ve yine farklı biçimi ile her zaman dikkat çeken bir obje, kırmızı yangın söndürücü. Grafiksel görünüm net bir albeni yaratıyor, kadının kırmızı seksi elbisesi, seksi ayakkabıları kafalarda her zaman heyecan uyandıran kelimeyi, “seks”i, kırmızı ampuller eşliğinde yanıp söndürüyor. Peki de neden seks? Bir kırmızı elbise, topuklu ayakkabılar ve belli belirsiz bir seksi bakış neden hemen kafanın içerisindeki kırmızı ampulleri yakıyor. Beyin neden kadının bir bacağının görünmediğini, fotoğraftaki kadının belki de bacağı olmayan bir özürlü olduğunu algılamıyor. Daha da ilginci, neden kadının yüzündeki siyah noktaları göremiyor beyin, neden belki de seksi kadının yüzünün günlerce aç bırakılmış fareler tarafından kemirilmiş olduğunu varsaymıyor da, onun seksi bir bakış attığını varsayıyor. Yüzündeki iğrenç kara noktalar neden çok duru bir kafayla incelendiğinde çok farklı, hafif korkutucu ve iğreti edici bir duygu uyandırıyor.


Benim için Emre’nin bu foto-boyamasının değeri farklı algılamalar arasında yarattığı uçurumsal değişiklikten geliyor. İlk bakışta seksi ve sıradan bir pop-art denemesi gibi görünen kırmızılı kadın görseli, yakından farklı bir kafa ile incelendiğinde içinizde daha önce başlamış olan kırmızı yangın hemen sönüveriyor. Merak etmeyin, yangın söndürücü hemen yanınızda, artık yangın da söndüğüne göre onla yeşil zeminde gezinen pis sıçanların beyinlerini ezerek her yeri kıpkırmızı kana bulayabilirsiniz. Tamam, belki biraz abarttım ama kabul edin, tek bacaklı, yüzünün ne olduğu belli olmayan kadını bir arzu objesi olarak görerek aslında siz de abartıyorsunuz. Aslında biz hep abartıyoruz.


Evrensel olarak seksi bir duruş olarak tanımlanmış tek bacak arkaya yaslanmış elbiseli kadın görseli belli ki tüm detayların önüne geçiyor ve bizi kanın kırmızısının dehşetine değil de, seksin kırmızısının yumuşak karnına bırakıveriyor. Bu pozu yüzlerce kez görmüş ve kafasına seksi imaj olarak oturtmuş kafa, tek bacağı tamamlıyor ve normalde bize hiç de hoş görünmeyen siyah noktalar tatlı pop-art dokunuşları olarak bize güzel bir görüntü sunuyor. Bu iki uç duyguyu aynı görselde görmek belki herkesi benim kadar heyecanlandırmayabilir ama sağdan bakınca gülen, soldan bakınca ağlayan Mona Lisa’nın şanı dikkate alındığında bu etkinin hiç de yabana atılmaması gerekiyor.


Görseli neden ilk bakışta seksi olarak algıladığımızın mantıksal açıklaması bana göre görseldeki belirsizlikten kaynaklanıyor. Beynimizin belirsiz olan her şeyi daha önceden belirlediği şeylere dönüştürme isteği devreye giriyor ve bir yandan görünmeyen bacak kafada belirirken diğer yandan kara noktaların kötü çağrışımı kayboluveriyor. Kara noktalar yerine, kırmızı elbiseli kadına yakışacak seksi bir yüz koyuveren kafa, kötülükleri göstermeyerek yaşamlarımıza devam etmemizi sağlayan şanına yakışır bir biçimde, içindeki kırmızı ampule giden kabloya kendi cereyanını da kendi veriyor. Cereyanlar bitmesin, ceylanlar ölmesin. amin.


can-bic